Rona okulların yönetici kadrolarının nasıl tek bir sendika üzerinden şekillendirildiğini kamuoyuna kanıtladığı bir açıklama nedeniyle “verilerin gizliliğini” ihlalden yargılanıyor. Bu konuda canı en çok sıkılan yandaş sendika Eğitim Bir Sen oldu. Rona yargı sürecini aşağıdaki söyleşide ayrıntılı anlatıyor. Sözlü mülakatta yüksek puan verilen isimlerin hep Eğitim Bir Sen’li olduğunu duyurduğu açıklamasıyla hakkında dava açılan Rona aslında mahkemede daha önce aklanmıştı, ancak üst hukuk yollarını sürdürmekte ısrar edilince dava uzadı.
Yarın Ankara bölge adliye mahkemesi 26. Ceza Dairesi’de 13.40’da görülecek duruşma öncesi dava sürecinin ayrıntılarını Rona ile konuştuk.
10. Köy davası nedir? Nasıl gelişti?
AKP’nin en büyük kadrolaşma hamlesini yaptığı yerler okullardı, eğitim kurumlarıydı bunu biliyoruz. Çünkü iktidara geldiklerinde yaptıkları ilk değişikliklerden birisi okul yöneticilerini seçme kriterleriydi, sınav koşullarını değiştirme hamleleri vardı. Bu hamleleri Eğitim-İş birkaç kez yargıdan döndürdü. Adaletsiz, haksız bir atama yapmalarını engellemeye çalıştı. Ama her seferinde yargı kararını tanımayarak benzer hükümlerle, kelime oyunlarıyla aynı yönetmelikleri geri getirdiler. Ve nihayetinde 2014’de yazılı sınavdan alınan puanı işlevsiz bırakarak tamamen sözlü sınavla yöneticileri seçecekleri bir sistem oluşturdular. 2015’de ilk yaptıkları mülakatların sonuçları birçok il milli eğitim müdürlüğü tarafından ilan edilirken Bursa İl Milli Eğitim Müdürlüğü ilan etmedi. Biz de Eğitim-İş Bursa Şubesi olarak gerek kurumsal görüşmelerle gerek basın açıklamalarıyla mülakat sonuçlarını yayınlamalarını talep ettik. 2016’da da yine yayınlamama ihtimallerine karşı mülakatları mercek altına aldık. Milli Eğitim Müdürlüğü aday listelerini yayınlandığında bu listelerden araştırmaya giriştik. Mülakatlar yayınlandıktan sonra da 430 adaydan 250’sinin hem puanlarını derledik, hem de verilen puanların herhangi bir sendikaya aidiyetle ilgili olup olmadığını anlayabilmek adına hangi sendikaya üye olduklarını araştırdık. Gördük ki yüksek puan alan adayların çok büyük bir kısmı Eğitim Bir Sen’e üyesi. Böylece de torpil bağlantısını anlamış olduk. Bunu da tüm kamuoyuna ilan ettik.
Dava süreci de bundan sonra mı başlıyor?
Evet. Beklentimiz şuydu, çağdaş bir hukuk düzeninde kamu adına objektif yapılması gereken sınavların böylesine yanlı bir şekilde yapıldığının, aleni bir torpilin belgelendiği bir toplumda normal koşullarda, bir savcının çıkıp kamu yararı adına bu usülsüzlüğü soruşturması gerekirken benim hakkımda dava açıldı. Savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.
Bu hangi gerekçeyle yapıldı?
Sendika bilgilerini ve puanlarını yayınlamak ve kişisel verilerin gizliliğini ihlal ettiğimiz iddiasıyla. 2016’da dava açıldı. 14.06 2017 ve 06.11. 2017 de duruşmalar görüldü. 02.03.2018’de de beraat kararı verildi.
Ama zaten sendika bu puanları yayınlamak zorunda değil mi?
Evet zorunda. Mülakat puanlarının da milli eğitim müdürlüklerinin internet sitelerinde ilan edilmesi yönetmelik gereği bir zorunluluk. Ayrıca zaten 4688 sayılı Kamu görevlileri Sendikaları Kanunu’na göre kimin hangi sendikaya ait olduğunu gösteren listelerin her ay ilan edilmesi de zorunluluk. Aleni olarak paylaşılması gerekir. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu bilgiler kişisel veri kapsamı dışında kalıyor. Dolayısıyla da Eğitim-İş’in bunu paylaşmasının suç olmadığı kanaatine varıldı.
Ancak Eğitim Bir Sen bunun üzerine kararın bozulması için istinaf mahkemesine itirazda bulundu. Mahkeme de bunun üzerine dosyada leyhde bir karar verilmesine rağmen, ilginç bir şekilde delil arayışına girerek Bursa Valiliği’ne bu bilgileri yayınlayıp yayınlamadığını sordu. Üstelik dosyada, milli eğitim müdürlüğünün yasal zorunluluğu yerine getirmediğine dair beyanı da . Valilikten de yayınlanmadığı cevabı alınınca, buna rağmen kararı bozup yeniden yargılama kararı alıyor İstinaf Mahkemesi.
Peki bu ne anlama geliyor?
Tüm bu anlattıklarım davanın bir boyutu. Asıl bir boyutu var ki biz bunu daha fazla önemsiyoruz. Eğitim Bir Sen bu davadan haklı çıkmak zorunda çünkü aksi taktirde Eğitim-İş Türkiye’nin dört bir yanında yapılan bu usülsüzlükleri deşifre edecek ve bundan korkuyorlar.
Aslında bu dava Özkan Rona davası olmaktan çıkıyor ve Eğitim Bir Sen ve Eğitim-İş davası haline geliyor.
Tam olarak öyle evet. Eğitim-İş’in bu yolsuzlukların üzerine daha güçlü bir şekilde gitmesini, deşifre etmesini istemiyorlar. Elimizde listeler var. Yandaş sendikanın üyelerinin aldığı puanların yüksekliği ve diğer sendikaların üyelerinin puanlarının düşüklüğü ortada. Ama elimizde başka mahkemelerde kazanılan emsal davalar da var.
Aslında bir taraftan da şöyle bir durum var: Kişisel hak ve özgürlüklerin bu kadar ihlal edildiği, hak ve adalet dendiğinde inanılmaz bir güç gösterisiyle karşı karşıya kalınan bu dönemde, kişisel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği gerekçesiyle Eğitim-İş’e dava açılmasına ne diyorsun? Bu bir ironi değil mi?
Bu tam bir ironi. Hatta söz konusu sendikanın mensupları iş yerlerinde baskıya, haksızlığa uğradığında, yönetici kaynaklı sorunlar yaşadığında üyelerinin haklarını aramak yerine genellikle yöneticilerin tarafını tutup haksızlığa uğrayanları teskin ediyorlar. Bu sebeple de kişisel hakkın peşine düşmüş olmaları tam anlamıyla ironi. Üstelik de mesele kişisel veri meselesi değilken bu yaptıkları tam bir algı yönetimi ve manipülasyon.
Şuna dönmek istiyorum, yandaş sendika üyesi olan yöneticilerin puanlarının bu kadar yüksek olması haksız bir rekabeti doğurmuyor mu?
Bunu yerel mahkemedeki yargılamada ifade ettik. Bu durum aynı zamanda üye sayısını artırmak isteyen sendikalar için haksız bir rekabet ortamı doğuruyor. Çünkü bu durumun etkisiyle aynı zamanda bir üye yazımı kampanyası yürütüyorlar. İddia ediyorum ki, şu an kamuda çalışan 970 bin öğretmenle mini bir anket yapsak, okul yöneticisi olmak için lazım gelen ilk kriter nedir desek yüzde doksanı Eğitim Bir Sen üyeliği diyecekdir. Bunu herkes biliyor. Dolayısıyla da sendikalar arasındaki örgütlenme yarışında bu durum onlara haksız bir alan açıyor. Rahatsız oldukları şeyler bunlar, bu avantajı kaybetmek istemiyorlar.
Peki neden bu kadar yönetici atamak derdindeler burayı da irdelemek lazım, neden bu kadar çok okul yöneticisinin onlardan olması gerek?
Türkiye’de milli eğitim sistemi iktidarların politika alanı olmuştur ve bunu eğitim sistemine en derinlemesine yansıtan iktidar da AKP iktidarıdır. Uzun yıllar okulları siyasi bir arka bahçeye çevirdiler. Okullar dinci gerici vakıfların istedikleri gibi cirit oynadıkları yerler haline geldi. MEB’e bağlı kamu okulları uzun bir süre Fethullahçı cemaate açıldı. 15 Temmuz’daki ayrışmadan sonra da yine başka cemaatlerin arka bahçesi olan çeşitli vakıf ve derneklerle işbirliği yapıyorlar. Eğitim sistemi laik ve eşit olmaktan böylece uzaklaştırıldı. Bu işleri yaparken elleri kolaylaşsın diye de yandaş sendikadan yöneticiler atadılar.
Bunun karşısında duran laik bilimsel eğitimi savunan, boyun eğmeyen ilerici öğretmenlere de senelerce baskı ve bezdiri uyguluyorlar. Haksız soruşturmalara ve cezalandırmalara, sürgünler yer değiştirmelere maruz kalıyor bu öğretmenler.
Bir de şunu ifade etmek isterim, bugün kamu okullarının neredeyse büyük çoğunluğunda yasal olmadığı halde bağış parası nakil ücretleri alınıyor. Belli ücretlerin ödenmesi talep edilerek öğretmen tercih hakkı sunuluyor velilere. Bugün kamu okulları okul aile birlikler aracılığıyla bu zorunlu gönüllü gibi gösterilen bütçelerle dönüyor ve bunlar yüksek bütçeler oluyor. Eğitimi böylece piyasalaştırıyorlar ve bunun karşısında eşit parasız ve laik eğitimi savunan Eğitim-İş’li bir yöneticinin yönetici makamında olması işlerine gelmiyor.
Bu dava süreci ile ilgili aleyhte bir karar çıkarsa?
Buradan çıkması gereken tek bir karar var o da beraat kararıdır. Ortada belgelenmiş aleni bir usulsüzlük ve torpil var. Bu usulsüzlüğü yapanlar hala koltuklarında oturuyor ama usulsüzlüğü ortaya çıkaran ben hala yargılanmaya devam ediyorum. Burada çok net bir haksızlık var. Böyle bir toplumda demokrasinin olduğu nasıl söylenebilir ki? Demokrasinin en temel kuralı şeffaflıktır. Halk yönetime ve muhalefete sadece sandıkta katılmaz ki. Sendikalar emekçi halkın sesi gözü kulağı atan kalbi gibidirler. Aynı zamanda kamu işleyişinin usulüne uygun olup olmadığını denetlemekle de sorumludur. Kamunun bu hakkı da elinden alınıyor.
Bu davanın adı da böylece 10. Köy davası mı oldu?
Evet çünkü doğru söyleyeni dokuz köyden kovdular. Biz 10. köydeyiz ve herkesi de buraya davet ediyoruz. 10. Köyü mücadeleyle büyüteceğiz. Bu açık bir davettir. Bugüne kadar yönetici olabilmek için hiçbir sendikaya üye olmayan ya da Eğitim Bir Sen’li olup sendikanın ve iktidarın politikalarını desteklemeyen üyelerin ve yöneticilerin olduğunu da biliyoruz. Bugüne kadar salt bireysel avantajları gereği bu yapıya boyun eğseler bile artık toplumsal bir sorumlulukları olduğunu hatırlamaları gerekir arkadaşlarımızın. Çünkü susmak boyun eğmektir, suça ortak olmaktır. Oysa öğretmen halka karşı sorumludur, halkı aydınlatmak gibi toplumsal bir sorumluluğu vardır. Asla biat etmemeliler.